3 Nisan 2009 Cuma

İsmet Doğan: “Belki de uzak mesafeler arasında, hayaller bile dayanamaz usulca silinirler...”


İsmet Doğan 1 5mart 1957’de Adıyaman Besni’de doğdu. 1978-82 yılları arasında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğrenim gördü. 1982-83 dönemimde İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde master programına devam etti.1988-89 arası Fransa Dışişleri Bakanlığı Bursu ile Paris Güzel Sanatlar Akademisi’ne bir yıl devam etti. 17kişisel sergisi olan sanatçı İstanbul’da mesleğini serbest olarak sürdürmektedir.Temel sorunsalı “kültür, kimlik, beden” kavramları olan sanatçı İsmet Doğan, aynı doğrultuda resimleri ile bu sergide yer almaktadır. Doğan, “Türkiye’de ‘beden halleri’ni çeşitli biçimlerde yorumluyorum” diyor.
Turkiyenin ünlü ressamlarından ismet Doğan'la yaptığımız sohbet havasında geçen hoş röportajı sizlerle paylaşıyorum:

Elif Biçer: Çoçukluğunuzun geçtiği toprakları anlatır mısınız? O ortam sizi sanatsal yönden nasıl etkiledi?
İsmet Doğan: Ben Anadolu’da büyüdüm. Orada ilk mezun öğretmenler, hocalar aydınlanma zihniyetiyle Anadolu’ya geliyorlar. Bizde onlarla karşılaşıyoruz.O karşılaşmada okuma zevkinde resim yapma olayında bütün o aydınlanmacı hocalarımız bize o şevki, hevesi, heyecanı verdi. Orta okuldaydım ama öğretmen okulu olduğu için onlar bizim resim dersimize girerdi.Çok iyi hocalar vardı. Abartmıyorum, fizik hocamız aynı anda iki elini kullanırdı.Tahtaya bir eliyle kalp yapardı aynı anda diğer eliyle oklar çizerdi.Bir gün bir hocamız resim yapmamızı istemişti. Ben resmi yaparken yanımdaki arkadaşım da bana bakarak resim yapardı ve hoca onunkini beğenirdi. Sonra sorgulamaya başladık, resim nedir diye.Yavaş yavaş bir anlamda modern sanat modern düşünce oluşuyor. Modern kültür dediğimiz problemli bir şekilde var ya da yok gibi. Ama bu düşünce Mustafa Kemal ile geliyor daha öncesinde İttihat ve Terakki geliyor.200 yıllık batılılaşma tarihimiz var. Mısır yapamıyor mesela İran yapamadı. Pehlevi’nin karısı yapmaya çalıştı. O anlamda da çok uğraşmış entellektüelller.Öğretmenlerimiz o aydınlatma zihniyetiyle gelip bizi aydınlattılar.Böylece yavaş yavaş kendiniz olmaya başlıyorsunuz. “İnsanın kendisi olmak” çok zordur. Kendin ol kendin ol diyorlar ama çok kolay değil. Antik yunanda kapıların üstüne de yazıyorlarmış kendin ol diye. Böylelikle farkındalık başladı. Onbeş, onaltı yaşlarında da tartışmaya başlardık. Kemalizmi aşkı da tartışıyorduk. Ankaraya gidiyordum. Babamın isleri Ankaradaydı. Sonra liseye burda başladım. Siyasal okumak istiyordum. Felsefe, psikoloji okumak istiyordum. Lisede o dönemler olaylar vardı. Sol düşüncesindeydik. Sanatı o zamanlar aşağılıyorduk, ben aşağılamıyordum. Beni eleştiriyorlardı bu yüzden. Ben çalışıyordum o dönemde ekonomik bağımsızlığımı almak için. Gece okula gidip gündüz çalışıyordum.Güzel sanatları seçtim.

E.B.: Sanatçılığı seçme konusun ikilem yaşadınız mı? Bu cesareti neye dayanarak gösterdiniz ve ya ek olarak gelir getiren arka planda işiniz var mı?
İ.D.: Tabi insan yazar ya da bilim adamı gibi bir meslek ister. Oniki, onüç, ondört yaşlarında karar verirmiş insanlar. O zamanlar ben sanat yapacağım sosyoloji, felsefe falan. Erkek kardeşim bilimadamı o da sanattan anlamaz mesela. Ben kendi kendimi realize ettim, gerçekleştirdim. Ekonomik bağımsızlığımı alınca da aile de bir şey diyemedi tabi güzel sanatlar okumama.Çünkü karşıydılar.Diğeri realize etmek .O dönemde modern hareketlenme oldu onlarda teşvik ettiler. Mesela fizik hocam bana sen fizik matematik okumalısın demişti.Realize etmek lisede olduğu gibi üniversite de böyle oldu. Gece ölümüne girdim baktım olmuyor gündüz bölümüne geçtim.Çünkü okula da istediğim zaman gidip istediğim zaman gitmiyordum.hocalarla asistanlarla iyi ilişkilerim vardı.yetenekli olduğumu anlamışlardı okulda da beni destekliyorlardı.Şimdi şunu söylüyorum gençlere; sizi yönledirmeye çalışanları sorgularsınız ama neye göre sorguluyorsunuz, temel bilgilerinizi almanız lazım. Yani bende okulda rahatsızdım.okulu araç olarak kulanıyordum.Mezun olduktan sonra korkuyorsunuz.Bir bunalım başlıyor.aileyle de restleştik hatta dayım bana karşı çıktı. Beşe kadar çalış beşten sonra resim yap. Hayır .öyle olmaz dedim.o da bana şunu söyledi “sen hayal görüyorsun bunu yapamazsın Türkiye’de.”Sadece resim yapmak değil okumak kendimi yetiştirmek alttaki düşünce bu.Bi de hakikaten birey olarak yaşamak çünkü problematik bir şekilde karışıyorlar.20 yıl görüşmedik dayımla.küçücük bir yer tuttum ben, orada tek başına kalma, tiyatroya gitme özgürlük duygusunu hissedersin.Tanpınar okuyordum. İyi arkadaşlarımda oldu. Bir kaç arkadaşım çok okuyordu.Atilla İlhan, Selim İleri onları tartışırdık bir yandan da klasik okurduk.Teorik kitap azdı.Hoca kitap listesi verdi, bana hepsi var dedim bende. Bir gün hocama dedim sinemaya gitmem lazım. Sinema Tek vardı. Orada ilginç filmler oluyordu. 12 eylül’de kapattılar orayı. O gitme eylemi başka bir şeydi. O zaman Beyoğlu daha burjuvaziydi.Hem kitap okuyup hem kendini realize etmek kimse size karışmadan kontrol etmeden, kendinizle başbaşa kalmak. Bir, gece çalışıyordum çünkü kimse aramıyordu. Ailemle de kavgalıydık. Bir de para nasıl buluyorduk; Ben bir kere arkadaşımı AKM’ de konsere çağırmıştım. Dediki bilet yok , gelir dedim.Tesadüfen birisi bilet var dedi. Alır mısın dedi, para da istemiyordu. Gördün mü bilet geldi dedim. Böyle böyle yaşıyorduk. Kiram çok ucuzdu. Yarışmalara giriyorduk. Kiramı çıkarıyordum. Böyle böyle yaşıyorduk.


E.B.: Fransa Dışişleri bakanlığı bursu almanızı sağlayan en önemli etken nedir?
İ.D.:
Bir galerici tanıdı, buldu. Sonra sergi açtık, ufak ufak satmaya başladık 85’te. Sabaha kadar oturup arkadaşlarla tartışmak bir haz, tek başına olmak bir haz. Bu başka bir şeydi. Gece oturup ağlamanın yeri, hepsini yaşıyorsunuz. Bunalım zaten başka bir şey. Bireyin bunalımı modern bir bunalım. Benim arkadaşım bi gün bana dediki biz bina yapıyoruz, sen resim yapıyorsun. Son derece ekonomik resim yapıyordum. Tabiki patlamak istediğim başka şeyler var. Ben mesela para yok gidiyordum tek başıma işkembecide çorba içiyordum, çok hoşuma gidiyordu. Kimseyle görüşmüyorsun falan. Ama şuan başka bir şey tabi. Tabi paris’te de gördüm. Bir insan geliyor oturuyor , yanlızlığını yaşıyor. Paris’in böyle bir alt yapısı var. Prag çok koyudur, Kafkanın anlattığı. Biz o dönem darbeden çıkmışız falan ama kimsede fazla bir şey yapamıyordu. Sonra Özal geldi. Biz resim satmaaya başladık.
Özal’ın nasıl bir etkisi oldu?
Özal hakikaten bir şeyler yaptı. Benim hiç aklımda resim satmak yoktu. Hocalık da istemedim, bir şekilde daha az parayla ufak yefek şeyler yaparak geçinirim diye düşünüyordum. O sırada kitap kapağı yapıyordum. Sonra resim satmaya başlayınca sergiden Fransaya gitme isteğim oldu. Dışişlerine bağlı Fransa Kültür Sarayının bursu var.Resimlerimi beğenmişler. Ben de gittim, Fransa’da kaldım. Malzeme sınırı yok güncel sanatta. Kolajı tercih ettim, bşr şey anlatmak için. Bir şeyi boyamakla yapıştırmak arasında çok fark var. Boyamak başka bir şey.Ben de kendim serüvenimi anlattım.

E.B.: Konularınızı kültür, kimlik,beden olarak yansıtıyorsunuz. Siz kendinizi sözle nasıl tarif edersiniz?
İ.D.:
Kendimi sözle iyi ifade edebildiğimi düşünmüyorum. Zaten ressamlar iyi birer konuşmacı olamazlar. Eskiden hiç konuşamadığımı düşünürken artık anlatmak istediklerimi daha rahat dile dökebiliyorum. Morley fonti “ Ressamlar sessizdir” der. Aslında ressamlar da bunun için resmi seçerler. Kelimelerin kifayetsiz kalması da benim resim yapmayı seme nedenlerimden biridir.

E.B.: Etkilendiğiniz sanatcılar var mı bu sanatcıların eserleri mi sizi etkiler yoksa kişilikleri mi?
İ.D.:
Etkilenmek değil de dünyada yapılan şeyleri bilmek lazım. Türkiye’de şöyle bir problem var . Herkes batıya bakıyor. Siz gençler için söylüyorum. Kuzey, Batı var bir de Doğu. Boş bilgiyle olmuyor. Problem oluşturmanız lazım. Yani bakarken problem oluyor. Boş bilgiyle olmuyor. Dolayısıyla herkes batıya bakınca Şöyle örnek vereyim Picasso’ dan örnek verirlerdi. Beni rahatsız ederdi. O sırada Tampınar okuyunca da ben içe dönüp, kendi kaynaklarıma bakardım. Sahaflara giderdim. Dergiler, kitaplar falan sabaha kadar tartışırdık. Yavaş yavaş sanat bir şeyi inşa eder. Bunun bir kısmın da sezgi ve deneyin vardır. Salt kuram değildir. Bir de ressamların cahil olduğunu görünce okumaya daha önem verirdim. Sinir oluyordum çünkü. Bazen duyarlılık da önemli kendi serüveninizle de ilgili. Ben doğudan geliyorum dolayısıyla daha duyarlı oluyorsunuz. Bunlar okuduğunuz şeylerle karşılaşınca pekişmeye oturmaya başlıyor. Atölyede çalıştığım zamanlarda o da bir deneyim kazandırıyor. Batı sanatını zaten okulda öğreniyoruz. Sonra kendi merak ettiğin şeyleri öğrenmeye başlıyorsun. Şu ana gelirsek güncel sanatçılar video art izliyorum. Sinema daha çok etkilemistir beni, daha çok beslemiştir. Edebiyatta beslemiştir. Çağdaş sanatta da çok iyi sanatçılar çıktı. Sonra dönemde bizim kuşakta da ama hep batıya baktığımız için. Mesela bir Avni Lifij’e, Osman Hamdiye bakmıyoruz. Biz o dönemde bakıyorduk, tartışıyorduk. Şeker Ahmet Paşa farklı perspektifi etki bıraktı bende. Figür yok diyoruz ama o şekilde var. Dünyalı olmayı savundum.

E.B.:Zaman zaman yorulduğunuzu hissettiğinizde sanattan uzaklaşmak istediğiniz oluyor mu?
İ.D.:
Zaman zaman yorulmak yok biz de, kaçıp mesafe koymak var. Sanat yapan her insanın metodları da var. Kişiliğine, karakterine göre. O zaman kitap okuyup mekandan da uzaklaşıyordum. Bunalım dediğim dönem dönem oldu. Ben bu ülkeye fazlayım.

E.B.:Sizce Turkiye’de sanatçıları yeterince anlayabilecek düzeyde insanlar % kaçtır?
İ.D.:
Sanat her zaman yüzde %30’u ilgilendirmiştir. Roman, Sinema daha geniş kitle.
Çevresel koşullar, kültürel bağlar etkiler.Biraz gözü varsa resme bakar. Bazı ülkelerde daha fazla meraklı kesim ve izleyici olabiliyor. Mesela Berlin ve Londra. Türkiye’de de potansiyel var. İkiyüzyıllık Batılılaşma tarihimiz var.
Aydınlanma nedir bilmek gerek. Kant bunun felsefesini kuruyor. Aydınlanmanın arkasından Şlaiklik ve diğerleri geliyor. Sonra bireylik çıkıyor. Modernleşme sürecini bitiremedik halen. İllede sanat yapmak değil, kimliğimizi oluşturmak.

E.B.:Türkiye ile sanatta ileri olan diğer ülkeleri karşılaştırdığımızda ne gibi farklılıklar vardır?
İ.D.: Malzeme var ama sistem, koşulları sağlamakta yetersiz. Şu andaki sistem sanat yapma da ne yaparsan yap diyor. Yarışmalar falan ama ihtiyaç yokmuş gibi sistem şu an.
Devletçi değilim ama devlet desteklemeli. Türkiye’de yapılamıyor. En azından mekan temin edilmeli.Özgürlük alanları yaratılmalı mahalle baskısı olmadan. Beyoğlu gibi bir sürü yer olması lazım. Batı’da kompleksler içinde yer alıyor. Olanlar da bırakılıyor. Sistem ucuz, ekonomik az parayla sanat yapmayı sağlamalı. Bu motivasyonu arttırıyor. Kaygıyı azaltıyor.
Devlet, belediyeler, üniversiteler burs platformu sağlayabilmeli. Koşullar olmayınca insanlar kendi koşullarını yaratmaya çalışıyor. Modern aile, birey dediğimiz kişiler. Sanat yapmaya çalışıyorlar.

E.B.:Sanatı seçmek isteyen gençlere cesaretli olmaları konusunda ne gibi veriler sunabilirsiniz?
İ.D.: Türkiye’de genç olarak potansiyel var ve değerlendirilemiyor. Ama platform var. Türk ressamları zar zor geçiniyor. Hep bütün ressamlar aynı anda para gördü seksenlerden sonra. Kimisi öğretmenlik yapıyor Cemal Süreyya gibi. Türk sanatının değerlendirme, analiz eksiği var.İş yapılıyor nokta. Türkiye’de yapılan klasik sanatlar ortaya çıkıyor. Yani üç ayağı dersek. Değerlendirme, ürün, alan var. Ama modern ya da Post-modern anlamda analiz eden değerlendirme de yani metin yok. Araştırma yok. Genel olarak yerli yerine koyan yok. Birileri çıkıyor sizi yok sayıyor. Değerlendiremiyorlar. Sanat felsefesi yok bizde.
-Bu kadar sıkıntı da sanatı bırakmayı düşündünüz mü?
Dönem dönem oldu. Bizim tarihimiz Türkiye’nin kriz tarihiyle örtüşüyor.

E.B.:Türkiye’de entellektüel kitle toplumu yönlendirmekte etkili olabiliyor mu? Olamıyorsa sizce neden?
İ.D.: Yönlendirme dediğimiz saygınlık yetmişlerden sonra.Bizim gibi ülkelerde Türkiye’ de haksızlık ediyorlar.Sanatçılar entellektüel konumdadır.Entellektüel farklı toplumsallık diye bir şey yok. Cemaatlerin entellektüelleri var. Homojenlik bozulunca toplumsallıktan bahsedemeyiz. Entellektüelliğin ne olduğuna bakmak gerekir.Toplumsallık modern bir şey.Ulusal lafına sinir oluyorum A grubu, B grubu diye bir şey yok. Modernlik parçalanmışlık değil. Röportaj da modernliğin bir parçası.Cemaatte olsaydın izin almadan bunu yapamazdın.Hocalarınızın bunu size çok iyi anlatması lazım.Tahmin ediyorum Genco Gülan'da bunu çok iyi yapar , siyaset okumuş birisi.

E.B.: Çok teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder