3 Nisan 2009 Cuma

Bedri Baykam ile Mete Alp Piramit Sanat’ta


Bedri Baykam ile Mete Alp Piramit Sanat’ta buluşup konuştular. Kavga etmediler:


Mete ALP:Farklı bir çocukluğa sahip olduğunuzu okudum.


Bedri Baykam: Her çocuk resim yapar. Fakat benim farklılığım belki şuydu; bende her çocuk gibi iki yaşından beri resim yaptım. Yaptığım resimlerin cocuk resimine benzemediğini farkettiler. Annem ve teyzelerim yaptığım resimleri Ankara’da sanatçı ve sanat eğiticisi Kayhan Keskinok’a gösterdiler ve o da çok beğendi. 6 yaşında Cenevre ve Bern’de ilk yurtdışı sergilerim açıldı. 1963 yılından itibaren, dünyaca ünlü oldum. Bu tabii çok erken geldi ve yabancı basında hakkımda harika çocuk diye makaleler çıktı. Bu sıfatta bana yıllardır bir şekilde yapıştı.
Çocuk yaşta bu sıfatı alan bir çok insan daha sonra bunu yetişkinlik hayatına taşıyamaz veya bunun altında ezilir, komplekse girer. Bu tür şeyler dünya da görülen duyulan şeylerdir. Ama ailem bu konuda çok dikkatli oldu. Hem normal bir çocukluk geçirmemi sağladılar, dil eğitimi almamı sağladılar. Bunun dışında normal çocukluğumu yaşadım, mahallede, okulda... Ama uluslararası sergiler için yurt dışına gittim geldim. Ve bu gün yaptığım sanatın kökeninde de hep o çocukluğumda yaptığım sanat var. Bunları hiç bir zaman unutmadım Retrospektif sergi yaptığım zaman da iki yaşından beri çizdiğim, bu güne kadar yaptığım resimler ile bir arada sergilendi. Hayatımın kökeninde çocukluk döneminde yaptığım resimler, o dönem var. Ve ben bunu gayet barış içinde kendimle yaşıyorum ve kabul ediyorum. Ama sizi güldüreyim benim için değilde toplum için sorun oluyor. Toplum hemen “hay allah bu adam çocukluğunu yaşayamamıştır” diye bir gerginliğe giriyor. Halbuki öyle birşey olmadı. Bunlar çok dikkatli halledilen sorunlar oldu ve o yaşadıklarımın tümü otobiyografimin 2 cildinde “harika çocuk” “sonsuz okyanus” kitabında çok derin ve detaylı olarakta arzu edenler tarafından dikkatle okunuyor.

M.A.: Gördüğüm kadarıyla oldukça yoğun bir tempoda yaşıyorsunuz. Bu kadar yoğunluk içindeyken bile sanat dışında ilgilendiğiniz bir çok dal var. Mesela tenisteki başarınız. Bu kadar çok yönlülük olması sizi yormuyor mu?

B.B.: Tenis ve futbol benim çocukluğumdan beri yaptığım sporlar. Milli tenisçi de oldum, Futbolu daha amatörce oynadım. Ama yine haftada iki halı saha, haftada bir tenis oynamaya devam ediyorum. Ve onlar benim sağlıklı kalmamı, dinlenmemi sağlıyor, belki sağlıklı bir bünyeye sahip olmama neden oluyor. Diğerleri mesela yaptığım siyaset, yazdığım yazı, çektiğim fotoğraf bunlar zaten sanat hayatımın bir parçası. Mesela ben politikada neyi savunuyorum? Özgürlüğü ve demokrasiyi savunuyorum. Ya da edebiyatta yada genel şeyde, köşe yazılarında, yazarlar özgürce yazsın, erotizme, mizaha sansür olmasın,gazeteciler kendini özgürce ifade etsin, demokratik ortam eleştirel ortam canlı olsun. Bunların olmadığı ortamda zaten sanat üretilemez. Sanatın bu ülkede üretilebilme şartlarını da elde tutmak için o mücadeleyi veriyorum. Dolayısıyla bir çelişki yok. Resmin yanı sıra oto yedek parçacılığı ya da dişçilik yapmıyorum. O yüzden bunları kendi içimde sorunsuz bir bütünlükte görüyorum. Ama ilerde insanlar bir araştırma yaptığında herhalde iki, üç tane benzer kullanır. Çünkü bir insanın hem 2500 konferans verip hem 30 kitap yazıp, bu sergileri açıp, bir de CHP genel başkan adayı olması, cumhuriyet yazarı olması. Bunlar mümkün değil diyecekler ben de onları anlayışla karşılayacağım. Mesela 100 yıl sonra belki hakkımda film yapılacak ya da böyle iddalar atılacak ortaya ben bunu biliyorum. Içimden geçerken gülüyorum. “nasıl sığdırıyorsun” diyorlar, “fazla kurcalama” diyorum. “Çünkü fazla kurcalarsan büyü çöker, nasıl yaptığımı bende bilmiyorum” diyorum. Ama uykumdan çalıyorum mesela. Günde ortalama dört saat uyuyorum.

M.A.:Peki az önce sanata da değindiniz. Sizin için sanat ne ifade ediyor?

B.B.: Her sanatçı özgürce istediği çalışmayı yapar. Isteyen çiçek böcek resmi, isteyen tamamen soyut resim yapar, isteyen deneysel sanat yapar, isteyen tamamen klasik resim yapar. Ama sanatçı her şeyden önce özgürdür. Bence bir sanatçı tabiki riski aldığı zaman, daha yenilikçi bir tavır sergilediği zaman sanat tarihinde kalma ihtimali daha fazladır. Sanat tarihi yeni öneriler getiren sanatçıları aklında tutmuştur. Yani Dali Picasso gibi resim yapsaydı Dali olmazdı.

M.A.:Bu güne kadar yaptığınız bir çok sergi var. Bunların içinde size en çok iz bırakan sizin en çok içinize sinen sergi hangisidir?

B.B.:İtiraf edeyim, 1983 de İstanbul’da Atatürk Kültür Merkezinde açtığım büyük sergi Türk çağdaş sanatının 80 lerde yeni dışavurumculuğu batıyla aynı anda yaşamasını ve o güne kadar ki türk sanatınında büyük bir kırılma yaratmasını sağlamıştır. Çok tarihi bir sergiydi. Neden? Çünkü ilk defa Batı ile eş zamanlı olarak yeni bir akımı Türkiye aynı anda yaşadı tartıştı.. Biz sürrealizmi, kübizmi aynı anda yaşamadık. Ama yeni dışavurumculuğu bu şekilde aynı anda yaşayabilmiştir Türkiye o sergiden itibaren. O eş zamanlılık türk sanat tarihinde bir dönemeçti, bir ilkti.

Ikincisi de 1987 yılında açtığım hamamda, birinci Istanbul Bienalinde açtığım sergidir. O sergide beş duyuya hitap eden işler kullandım, koku, fotoğraf, siyaset, mizah kullandım, multimedia dediğimiz ve daha sonra adına güncel sanat denilen deneysel sanat tarzlarını birleştiren bütün o çıkışların kökeni de, önemli bir ölçüde 80 lerdeki hamam sergimdir. O sergiyi hala görüp unutamayan çok insan vardır.


M.A.:Sizi sanata iten asıl güç olarak neyi gösterebiliriz?

B.B.:Çocukluğumda benim bu kadar ilgilenmemim kökeninde gittiğim yada oynadığım kovboy filmleri, kızılderililer, savaşlar var. Bunları ölümsüzleştirmek, o sahneleri yaratmak. O kovboylara sahip olmak. O duygu bana ilk o atları ve savaş resimlerini yaptırmıştır.

M.A.:Pariste, Amerika da ve Türkiye de bulundunuz. Bulunduğunuz bu ülkeler arasında hangisi sanatınızı daha çok etkiledi?

B.B.:Amerika,California. Orada geçirdiğim yedi yıl benim hayatımın hepsini şekillendirdi. Sanatımın hep devrimci hep ilerici kalmasını sağladı. Ben Amerika’nın çok ilerici bir yerinde yaşadım, barış hareketi, savaş karşıtı hareketler… bütün bunların doğduğu yerlerde yaşadım ve aynı zamanda da çok bağımsız bir sanatçı olarak yaşamının bütün zorluklarını yaşayarak orada geçirdim. Ben orada tenis dersi vererek yaşadım. Ama kökenine indiğinde o çocuk resimlerim…

M.A.: Yurtdışındaki açtığınız sergilerdeki insanların tepkileriyle Türkiyede açtığınız sergilerdeki insanların arasında ki yapılan yorumlarda çok farklılıklar varmıydı? Ne gibi farklılıklar vardı?

B.B.:Burdaki insanın benim tarihçemi ve sergilerimi daha fazla görmüş olma ihtimali var. bana daha alışık. Mesela Istanbul seyircisi benim en iyi seyircim. Çünkü en çok sanatımı takip edenler istanbullular. En çok sergiyi Istanbul da açtım, ondan sonra Paris ve Newyork geliyor. Dolayısıyla buradaki izleyiciyle özel bir iletişimim var. Istanbul beni şekillendirdiği kadar bende istanbulun estetik değerlerini önemli ölçülerde sekillendirdim. Bu karşılıklı alışveriş. Ama yurt dışındaki bir insanda bir resmime baktığında her türlü şeyi görebiliyor, diğer resimlerle ilişkisini daha iyi kurabiliyor. Sanat kültürü ve müze daha fazla olduğu için bu resimlerden haz alacak parçacıklara daha fazla sahip olmuş oluyor.


M.A.:Sizin koyu bir fenerbahçeli olduğunuzu biliyoruz. Fenerbahçeye yönelik çalışmalarınız var. Bunlardan biraz bahsedebilir misiniz?

B.B.: Fenerbahçe çok önem verdiğim bir tutku. 5 yaşından beri fenerbahçenin her maçını takip ediyorum. Fenerbahçe için bir 90. yılında bir de 100. Yılında olmak üzere iki sergi açtım. Bir kulübün bu kadar tarihi üstüne sergi yapılmış başka bir kulüp yok dünyada. O da Bedri Baykam ile Fenerbahçe ilişkisinin küçük bir ayrıcalığı olmuş oldu. Geçen sene de o dev 26 futbolcunun bulunduğu ideal kadro tablosunu yaptım. Ayrıca son bir yıldır yaptığın 4 boyutlu resimlerin kökeninde de Fenerbahçe sevgim vardır. Çünkü ilk Fenerbahçe serisi için yaptım. Fenerbahçe tarihinin derinliğini yakalamaya çalışırken mecburen bütün tekniklerimi ve bulgularımı harmanlayıp 4 boyutu yarattım.

M.A.: Son zamanlarda yaptığınız resimlerde 4 boyut var. 4 boyutlu resim tam olarak nasıldır yoksa bu bir PR çalışması olarak mı çıktı?

B.B.: 4. Boyut şudur; 3 boyut o derinlik. 4. Boyut ise zaman. Yani değişik zamanlardaki planları bir araya getiriyorum, zaman faktörünü de eklemiş oluyorum. 4. boyut, zaman.

M.A.: Tüm bunların dışında sizin sıradan bir gününüz nasıl geçiyor?

B.B.: Hiç biri birbirinin aynısı değil. Ama özetle bir haftam nasıl geçiyor diye söyleyeyim. 2 günüm sabahlayarak resim yapmakla geçiyor, bi gece maça gidilir, futbol izlenir, bir gece bir kokteyle gidilir. Gündüz bir öğrenciyle görüşme yapılır ya da kolesksiyonerler gelir gider, resim bakarlar onlarla sohbet edilir. Ya da bir sanat tarihçi gelir. Ya da bir üniversitede bir konferansım vardır. Asistanlarımla yazışmalar yaparım, Tükiye veya yurtdışındaki işlerimi takip ederim. Istanbul’un değişik yerlerinde bir kahvede oturup kitap okurum. Herkes gibi dişçi gibi veya sokataki rutin işlerimi yaparım. Haftada iki futbol ve tenis oynarım. Bunları oğlumla da yaparım. Müzik dinlerim.


M.A.: Önümüzdeki günlere dair planlarınızdan, projelerinizden bahsedebilir misiniz?


B.B.:
Önümüzdeki yıl Paris’de, İstanbul’da ve Bern’de resim sergilerim olacak. Onların hazırlığı ile uğraşıyorum. Ayrıca 4 boyutlarla ilgili yeni çalışmalarım var. Aynı anda yürüyen bir kaç kitabım var O kitaplardan birini hızlandırıp 2009 da bitireceğim. Şu anda 15 Ocak ta açılacak 4-D sergimin hazırlikları ve bu hafta Ankara da açılacak küratörlüğünü yaptığım “68 in 40. Yılı, Bir Rüzgarın Arkeolojik Kazısı” sergisi var gündemimde…
M.A.: Çok teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder