10 Nisan 2013 Çarşamba

Klasik Müziğe Dair Notlar!


Her birimiz o ya da bu şekilde müzikle iç içeyiz. Dış dünya ile iletişim kurduğumz en önemli duyularımızdan bir tanesini işitme duyumuz hiç şüphesiz. Biz bu duyumuzla iletişim kurabiliyor, birbirimizi anlayabiliyor ve kendimizi seslerle ifade edebiliyoruz. Şu anda bu satırları okuker bile zihninizde sözcükleri duyuyor ve böylece okuduklarınızdan bir anlam çıkartıyorsunuz. Peki müzik? Peki ya klasik müzik yaşamımızı nasıl etkiliyor?
Müziğin zihnmiz ve duygularımızda uyanırdığı etkiler aslında çok somut. Müzik sadece kulak zarlarımızda değil bedenimizin her hücresinde çok çeşitli etkiler meydana getiriyor. Bazen uyarıcıdır, bazen rahatsız edici, bazen rahatlatabilir. Tepkimiz ne olursa olsun dinlediğimiz müzikler üzerimizde ruhsal, zihinsel ve fiziksel etkiler yaratır. Klasik müzik beyin dalgalarımızı yavaşlatıp düzenleyebilir. Böylece biz rahat, huzurlu ve sakin hissederiz. Aynı zamanda bizde sezgisel ve yaratıcı aktiviteler düşünmeye sevkeder. Örneğin bir iş yaparken dikkatimiz dağıldığında ve hayaller kurmaya başladığımızda  Mozart ya da bach gibi besteciler dinlediğizde bunlar tekrar zihnimizi  toplamamızı sağladığını görürüz. Aynı zamanda nefes alışverişlerimizi de etkilediğini söylemek mümkündür. Rahatlatıcı, ağır tempolu, kaliteli müzik çok olumlu ruh haline bizi sokabilmektedir. Klasik müzik aynı zamanda kas gerilimini azaltır, beden hareketini gelistirir.Bedenimizin ısısını da etkilediğini görürüz. Bazen kendimizi rahatlatıcı ilaç ya da madde alma ihtiyacı hissederiz ama klasik müzik dinlersek bunarın hiç birine gerek kalmadığını görürüz. Yani endorfin düzeyimizi yükseltebilir ve doğal sarhoşluk hali yaratabilir. Mesela ben bu yazımı yazarken aynı zamanda da klasik müzik dinliyorum ve saatlerdir sigara içmediğimi farkettim. Bu da demek oluyor ki aynı zamanda strese bağlı hormonlarımızı da düzenliyor. Aynı zamanda klasik müziğin algılarımızı da etkilediğini söyleyebiliriz. Yaşadığımız ortamımızı daha ferah ve şık hale getirebilmektedir.
Kısacası klasik müzik, yaşamımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Bedenimizde ve ruhumuzda çok olumlu etkiler yaratmaktadır. Her yönüyle doğanın ve evrenin uyumunu yansıtmaktadır. Yaydığı etkiler bilincimizi yükseltmektedir. Özellikle Bach, Vivaldi, Hander, Teleman, Scarlatti, Mozart gibi bestecileri dinlememizi arkadaşlarıma öneririm. Zamanla alışıldığını ve çok rahatlattığını fark etmeye başlayacaksınız.
Son olarak, ileride anne ve baba olacağımız için çocuklarımıza klasik müzik dinlemeye alıştırmak için elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü onların yaşamlarını çok olumlu yönde etkileyecektir. Daha sağlıklı nesiller ve bilinçli bireyler yetiştirerek  kendimize toplumumuza olan saygımızı bu şekilde kazanabiliriz.

18 Nisan 2009 Cumartesi

ERGİN İNAN İLE SÖYLEŞİ...


Hacer Toklucu: Çocukluğunuza dair unutamadığınız anılarınız var mı ? Çocukluğunuzun geçtigi topraklar sizi sanatsal anlamda etkiledi mi ?
Ergin İnan:
Hayatın akışı içerisinde insan kendi kendini deşifre etme ihtiyacı duyuyor yani kendinizi sorguluyorsunuz.Bu yönden düşündügüm zaman ben zaman zaman o çocuklugum da geçen yılları resimlerimi yaparken herhangi bir zaman dilimi içerisin de diyelim ki: bir hayat çizgimiz var ...Büyüyorsunuz ressam oluyorsunuz resim yapma veya ressam olma çabası içerisin de okul sıralarından sonra ki o hayatınız da , bir yerde birşeyler patlak veriyor yani , bir nokta sizi birşeylere yönlendiriyor ama o yönlendirme anlık oluyor . ilk defa böceklere bakıp onların resmini çizmege başladıgım an birdenbire beni bir enerji, o resimlerimi daha ileriye taşıma isteği uyandırdı.
Yani ona baktıgınız an , siz gelecekte daha neler yapabileceginizi düşünüyorsunuz ve bu oluşumun nereden kaynaklandıgını kendinize sordugunuz da tabii geriye dönüp bakıyorsunuz . Geride benim çocuklugumda Malatya'nın o büyük bahçelerin de yeşillikler içinde , kayısı ve bütün meyve agaçları arasın da oldugu bahçelerde büyüdüm ben .İşte o zamanlar benim çocuklugum da en ilgilendigim şeyler o yerdeki, topraktaki böceklerdi ve onlarla çok oynadığımı bilirim. Sonra bir gün yine sahafları gezerken sene 1978 , kitaplara bakıyorum eski bir takım şeyleri inceliyorum zaten boş zamanlarım da sahaflara gider bedesten'i gezerdim.Bir gün aniden öbek halinde yığılmış yere konmuş eski kitaplar gördüm o kitaplarda ki eski yazılar dikkatimi çekti hepsi farklı istifler halinde , resimsel planları olan içiçe kağıtları görünce birden heyecanlandım ve ordan bir çıkış yakaladım o kağıtları resimlerimin alt yapısın da kullanmaya başladım . Daha sonra neden buna yöneldiğimi tekrar düşündügüm de yine çocuklugum da bahçemizin arkasın da küçük bir kulube de kapısı kilitli halde bırakılmış kitaplar vardı.(Gülüyor)Oraya bizim girmemiz yasaklanmıştı.Bende çocuklugumun verdigi merakla o sayfaları karıştırdığımı hatırlıyorum.Yani bazı şeyler yaşamımız içerisin de, sizi geçmişe, çocukluğunuzdaki anılarınıza götürüyor tabi bu sizi bir yere getiriyor ki artık resim sanatınız da yer alan sizi çok ileriye taşıyabilecek bir düşünce ; beraberin de resim sanatın da farklılığınızı getirebilecek diğer resimlere baktığınız da sizi bir yere koyacak bir obje olarak kalıyor o nesneler.
Peki fakülte yıllarınızdan bahsedicek olursak .....Siyasi olayların ülkeyi kasıp kavurduğu zamanlara denk gelen bir fakülte hayatı ve bunun zorlukları olmuş olsa gerek. tabi bir de Hukuk Fakültesine yolunuz düşüyor..
Hukuk Fakültesi benim seçimim degildi .O zaman ki sınav sistemi bugünkün den biraz farklıydı.Puanlama sonucun da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanmıştım.Yarım sömestır okuduktan sonra devam etmedim.Daha sonra akademi sınavlarına girerek Güzel Sanatlara girdim.1968 de Tatbiki Güzel Sanatlar Okulunu bitirdim ,işte tam da o dönemler de bir kuşak vardı ki Devsollar ve devrimci hareketlerin başlangıç zamanlarıydı.O dönemler de ben her zaman (gülüyor)hiç bir şeye bulaşmadan kendi içimde bir şeyleri yakalamayı hep hayal ederdim ,bunun içinde hiç bir zaman hiç bir akım içerisinde herhangi bir yönlenme içerisine yani gençligin yönlenmesi içinde bulunmadım .Çünkü içimdeki dürtü beni bu tip yaklaşımlardan uzak tuttu.Konuşmadık mı konuştuk ettik arkadaşlarımız oldu tartışmalarımız oldu fakat hiç bir zaman yönlenmedim.Benim aradıgım şey başkaydı resim içerisindeki değerlerdi ,Resmi bir yere getirmek isteyişimdi bunları arıyordum yani başka bir şey de düşündügüm yoktu. Hukuk Fakültesi'ni okumadım çünkü beni ilgilendirmiyordu ,başka hangi branşı seçsem yine beni ilgilendirmeyecekti yine ben bunu yapıcağımı çok iyi biliyordum.Bu tip duygular içerisinde biz o dönemleri geçirdik ama zorlanma anlamında, zaman zaman karşıma çıkmadı diyemem.1988 senesinde Leverkusen de Şehir sanatçısı olarak Bayer firmasının bir projesi için davet edilmiştim.Bir senem Leverkusen de geçti.O dönemde Ankara da büyük bir sergi organizasyonu vardı.O sergi içerisinde benim de resimlerim yer alıyordu.O resimlerden benim daha evvel Berlin'de yaptıgım büyük bir resmim punklar, insan figürleri orada yansımıştı ama döndükten sonra İstanbul da resmi bitirmiştim.Bitirirken de bahsettigim o eski kitap sayfalarım da resmin içerisine dahil olmuştu.
O zamanlar benim o resmim sergi içerinde büyük tepki çekmişti.Çıplak figürlerin yanında bunların ne işi var tarzında tepkiler aldı.O zamanın cumhurbaşkanı Kenan Evren'in sergiyi gezeceği söylenmiş ve sergiden apar topar resmim kaldırılmış.Daha sonra gazeteciler beni aradı ve konudan haberdar oldum.Hatta bazı Mimar Sinan öğrencileri de resmin kaldırılışına tepki gösterdiler ve o dönem gazetelerde bu yazıldı.
H.T.: Eğitim hayatınızda destek aldığınız oldu mu?
E.İ.: Memur bir aileden geliyorum. Beş kardeştik ve hepimiz okuyup üniversite mezunu olduk.DAAD nin (Alman Mübadele Bursu) bursunu kazandım.Belki tesadüf belki de yaptığım işlerin başarısı neticesinde böyle bir burs kazandım.
H.T.: Almanya yı seçmenizin sizin için özel bir anlamı var mıydı? Oradaki yaşantınızın sizin sanatınıza ne gibi getirileri oldu?
E.İ.:
Evet .Almanya yı seçmemin özel bir nedeni vardı.Çünkü benim hocalarımın hepsi Almandı.O yıllarda Tatbiki Güzel Sanatlar da alman hocalar egitim veriyordu.Bunlardan bir tanesi ki kendisi Karl Schlamminger di.Benim için çok önemli biriydi.Düşünün ,Malatya dan geliyorsunuz ve birdenbire karşınıza bir hoca çıkıyor.Hocanın size öğrettigi şeyler size tamamen yabancı ama bir yandan da müthiş şeyler .Benim için kendisi bir filozoftu halada öyledir.Derslerde öğrettigi ortaya koydugu şeyler hem günümüz sanatıyla ilgiliydi hem de sözleriyle arkasında bir filozofi taşıyordu.Zaman zaman ney müziği dinletir onun yanına bir Bach ın konçertosunu koyar resmini yaptırtırdı. İşte böyle müthiş bir aksiyonla geçti bizim öğrenciligimiz.Benim Almanya ya gitme isteğimse, hocamın Münih Akademisinden mezun olduğunu bildiğimdendir.Özellikle Münih akademisini seçtim. Onun hocası Hungerberg e gitmek istedim,ama kendisi emekli oluyordu gittiğim zaman.
Almanya bir kere resim tekniği bakımından ,klasik teknikler benim ilgimi çekiyordu yani rönesans’ın ustalarını düşünün,flaman sanatını ,flaman resmindeki boya teknolojisini düşünün…Bunun yanı sıra baskı tekniklerin de gravür olsun,özellikle de klasik olarak gravürün eğitimi bizde; Türkiye de istenilen düzeyde değildi.Bunu gittikten sonra daha iyi fark ettim,ve ordan(Almanya) aldığım pek çok şeyler oldu.Ben, İkon resmini, ta ortaçağ resminden tutunda klasik resim teknolojisi de dahil orada kavradım.Benim için önemli olan teknolojik şeylerdi yoksa sanat her zaman insanın içinden çıkan, bireysel bir biçimselleştirme ,form haline getirmektir.Ama onları kavrayarak resim sanatını yansıtmakta teknoloji ile oluyor.Bugün teknoloji çok daha değişik boyutta .Bildiğiniz gibi bugün artık dijital teknikler dahi kullanılıyor.Bu çok önemli aslında; ama bütün teknolojiyi bilmek ,bir kere kavramak istediğiniz ,yapmak istediğiniz konular da sizi daha çok özgürleştiriyor.Bu yönden de benim Almanya da baya bir edinimim oldu .
H.T.: Türk ve dünya ressamlarını karşılaştırdığınız da arada ne gibi farklar görüyorsunuz? Türk Ressamlarının dünyada ki yeri hakkında neler düşünüyorsunuz?
E.İ.:
Bir defa Türk resmini batı ile yan yana koyduğunuz zaman farkı yok denecek kadar az.Yapılanlarla bir araya getirdiğim de hiçbir fark yok gibi geliyor.Bir Hint resminin ve yahutta bir İran ,Çin resminin bir şeyi ifade ettiğini görüyoruz ,yani bir biçimselliği ifade ettiğini görüyoruz,Bugün bir Osmanlı geleneği ayrı bir şey,benim düşünceme göre,çünkü Osmanlı dan sonra bir Türk devleti kuruldu Türk devletinin ortaya attığı tavır batılılaşma idi.O batılılaşma süreci içerisinde Türkiye nin kendine göre bir resim anlayışı kendi çizgisinde ‘’evet bu bir Türk resmidir’’dedirtecek bir kavram bana kalırsa yok.Ben aslında,kendimi bunların dışında tutmaya çalıştım ,çalıştım ama ne kadarını yaptım bilemiyorum.Yani batılılaşmanın getirdiği bize verdiği batı resminde ki benzeşmeler diyeyim;bugün bizde Türk resminde çok görülüyor.Yani bunu ayırmanız da mümkün olmayabiliyor türk resminde.Bunun böyle olması da doğrumudur değilmidir diye soracak olursanız eğer;ikisi içinde olur derim. Ama ben kendi resmim de birazcık daha bizim değerlerimizle fazla uğraştığımı hissediyorum yaptığım resim anlayışı içerisinde,çünkü ben batıda büyüdüm 12 senem Almanya da geçti orada çok çalışmalar yaptım.Ama ben başka bir şey yakalamak istedim resmimde.
H.T.: Peki resim bölümünde okuyan ya da ideali bu yönde olan öğrencilere ne gibi tavsiyeler de bulunmak istersiniz?
E.İ.:
Resim sanatını seçmek isteyen bir öğrenci ,kendi içerisin de resim yapmayı ;yemek yemek ,su içmek gibi ,insanın ihtiyacı olan bir durum haline dönüştürmesi lazım.O bir dürtü olarak ;nasıl ki acıkırsınız ,yemek yeme ihtiyacı duyarsınız resim de öyle olmalı.Resim sizi devamlı bir çizer , yada elinize fırça alıp boyar duruma getirmeli . Bütün bu iş içerisinde kendini hazır hissetmesi yani başka şeylerin onun için o kadar önemli olmaması gerekir.Başka türlü olmuyor zaten.Yani ressam olmak için resim olmak lazım.
H.T Birkaç sene evvel bir yayın grubunun çıkardığı ‘’Herkes resim yapabilir ‘’adında bir çeşit resim seti satın almıştım. Kitabın içerisinde ; resmin doğuştan gelen bir yetenek olmadığı sonradan edinilebilindiğinden bahsediliyordu .

H.T.: Bundan yola çıkarak, sizce herkes resim yapabilir mi?Herkes kendi içerisinde bir ressam potansiyeli taşıyor mu?
E.İ.:
Tabii…Beuys da bunu istiyordu Joseph Beuys hep bu yönde hareket etti.Tabi herkes yapabilir yapsın aslında bu bir güzelliktir,etrafa bakışı değişir insanın elbette yapsın.Ama bir şey var ki ;resim sanatında,sizi tamamen , o söylediğiniz anlamda yapılanlardan ayırıyor.Buda sizin kendi ruhunuzu bulup çıkartma isteğinizle alakalı ,yani ne kadar ön plana çıkarsa ,ne kadar ortada olursa , o kadar öne çıkıyorsunuz.Resim yapmak , her şeyden evvel , zamanı güzel bir şekilde geçirmek oluyor.Hele bir de konsantre olabiliyorsanız ,bir nevi terapi gibi de oluyor.Ama bir işi başarmak,bir yere getirmek resmi ,ayrı bir şey…tamamen farklı bir olay…Bugüne kadar yapılanların dışında bir şeyler yapma ihtiyacınız sizi onlardan farklı kılıyor.Tabi resim yapan yada yapmak isteyen herkes bunu zaman zaman kendi içinde hisseder.
Yıllarca Avrupa da yaşadınız ve Türkiye ye döndünüz.

Sizce Türkiye de sanata ve sanatçıya gereken önem veriliyor mu?Bugün burada bulunmaktan memnun musunuz?
E.İ.: Aslında ben bu söylediğiniz düşünceyi çok yaşadım.Türkiye de önem vermek nasıl olur diye düşündüğünüz zaman kim size önem vericek?nasıl vericek? Bir politikadır.Her devletin bir sanat politikası vardır ama bizde sanat politikası uygulanmadı.Sanat politikası farklı bir şey.Ne yapmak istediklerini ortaya koymaları lazım. Ben kişisel olarak pek çok şey yaşadım mesela; 1983 te İngiltere Greenland de drawing bienal vardı.Oradaki desen bianeline katıldım ve birincilik alarak en büyük ödülü almıştım.Kalkıp bunu paylaşmak için oradaki Türk büyükelçiliğine gittiğimde oradan kültür ateşeliğine gönderildim ve onları açılışa davet ettiğimde ;gelemiyeceğini söylediler.Bir takım tuhaf sorular yöneltildi ; nasıl resim yaptığıma dair…Nihayetinde ben tek başıma gitmek zorunda kaldım ve büyükelçilikten hiçbir kimse yoktu yanımda .Gazeteciler de dahil olmak üzere hiç kimse yoktu .Tesadüfen Türkiye de İngiliz büyükelçiliğinde çalışmış bir İngiliz benim yanımdan ayrılmadı,bana orada her konuda yardımcı oldu çünkü benim İngilizcem o kadar mükemmel değildi .Buna benzer bir sürü şey yaşadım .Osaka bianeline katıldım,orada ödül aldım .Çin bianeline katıldım ,gene baktım ki hiçbir türk yerleri ayırtıldığı halde orada değiller.Osaka bienalinden sonra da artık hiç kimseye ben ödül aldım deme ihtiyacını dahi duymadım artık bir yerden sonra kanıksıyorsunuz.Bir şeylere ne kadar önem verildiğini veya verilmediğini görüyorsunuz.Ressam olarak Türkiye de ve ya sanat adamı olarak çoğunlukla ’’burada tek başınasınız ’’ onun için yapacaklarımızı biz hep tek başımıza ,kendi başımıza yaptık.Bundan sonrasında işallah daha iyi bir politika yürütülürde ,herşey çok daha doğru bir yerlere gelir.
Söyleşinin bu kısmında biraz hayal gücümün üzerine gidiyor ve soruyorum;size bir günlüğüne zaman makinesiyle istediğiniz bir yere geleceğe yada geçmişe gitme şansı versek ;hangi döneme yolculuk etmek ve kimleri tanımış olmayı isterdiniz …
Geriye dönmeyi ve çok şey yapmayı isterdim.Bir Leonard Rousseu gitmeyi isterdim ,bir Van Gogh’a,bir Rembrant’a ,ve de flamen ustalarına.
Bizlere önümüzdeki günlerde ki çalışmalarınızdan ,yeni projelerinizden bahsedermisiniz.
Yeni bir projem var ‘’İkona projesi.’’Önümüzdeki günlerde gerçekleştirmeye çalışacağım.2010 da olabilir.Belçikalı bir sanatçıyla yapacağız .Ayrıca hocası olan Karl Schlamminger’i Türkiye ye Yeditepe Üniversitesine öğretim görevlisi olarak gelmesi için uğraş verdiğinden bahsediyor.
H.T.: Çok teşşekkür ederim.







4 Nisan 2009 Cumartesi

HASAN KURT

Arkadaşımız Gülyaşar Andan, Sayın Hasan KURT ile görüştü.


Gülyaşar Andan: Önce biraz kendinizden bahseder misiniz, kimdir Hasan KURT ?
Hasan Kurt: 1955 doğumluyum. Erzincan da doğdum, altı çocuklu bir ailenin beşinci çocuğuyum. Babam iplik fabrikasında işçiydi zor bir çocukluk geçirdim. Maddi durumumuz pek iyi değildi. İlkokulu, ortaokulu ve öğretmen okulunu Erzincanda okudum. Daha sonra Eskişehir Anadolu Üniversitesinde lisans programımı tamamladım. Yurdun çeşitli yerlerinde ilkokul öğretmeliği yaptım. Zonguldak Çanakkale ve İstanbul da çalıştım. En son 2006 yılında İstanbulda öğretmenlikten emekli oldum tabii bu süreç içerisinde resim çalışmalarıma uzun süre devam ettim.


G.A.: Sizce yaptığınız sanat yetenekle olan bir iş mi yoksa bu beceri sonradan kazanılabilir mi ?
H.K.:
Resim yetenekle ilgili bir olay bütün bu yeteneklerin doğuştan gelmesi gerekiyor ama daha sonra doğuştan gelen yeteneklerin üzerine belirli çalışmalarında eklenmesi gerekmektedir.


G.A.: Peki bu sanata olan merakınız, yeteneğiniz çocukluğunuzdan beri var mıydı yoksa sonradan oluşan bir merak mıydı, nasıl keşfettiniz bu yönünüzü ?
H.K.: Sanata olan ilgim daha ilkokul başlamadan önce vardı. Elime aldığım herhangi sivri uçlu cisimlerle gördüğüm heryere bir şeyler çizerdim. İlkokula başladığım zaman bunu öğretmenimde bunu keşfetti. Çizdiğim resimleri benim yaptığıma inanmıyordu. Daha sonraları kanıtladım ona bu yeteneğimi. Öğretmenimin beni keşfetmesi biraz acı olmuştu.


G.A.: Aileniz etkili miydi seçiminizi yapmanızda ?

H.K.: Hayır, ailem hiç etkili olmadı devamlı köstek oldular hala da köstek olmaktalar çünkü kırsal kesimde ki ailelerin yaşam biçimlerini bilirsiniz onlar kısa yoldan para kazanmak isterler. Bence de resim sanatıyla uğratığım için sürekli beni uyardılar ama tutku bende hiç bir zaman bitmedi. Hatta hiç bir konu bulamadığım zaman evde ki kardeşlerimin annemin babamın resimlerini yapardım.

G.A.: Türkiye’ de sanatın şu anki konumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye de şu anda sanat çok iyi durumda dünyanın en iyi ressamları şu anda ülkemizde yaşamaktalar ve büyük sıkıntılar içinde olsalarda çalımalarına devam etmektedirler. Yurtdışındakiler gayet rahat yaşarken bizim sanatçılarımız sıkıntı içerisindeler buna rağmen onlarla boy ölçüşebilecek durumdalar.

G.A.: Sanatta etik olan nedir ?
Kişiden kişiye göre değişen birşeydir, bana göre etik sanatçının içinden geldiği gibi resim yapmasıdır iyi bildiği şeyi tuvaline yansıtmasıdır. Kendi bildiği tarz neyse uygulamasıdır.

G.A.: Çok teşekkür ederim.












Gülyaşar Andan



GÖZDE İLKİN

Arkadaşımız Deniz özvarlık, Sayın Gözde İLKİN ile görüştü...

Deniz Özvarlık:Gözde İlkin kimdir? Sizi hiç tanımayanlara kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
Gözde İlkin:
Çocukluğundan beri o sehirden o sehire dolaşmış, en sonunda istanbul' u son durak saymış, sonunda çocukluğundan beri en sevdiği şeyi yapmak adına Mimar Sinan güzel sanatlar üniversitesinde beş yıllık bir resim eğitimine dalmış, sonrasında bakmış ki bu işte para yok , sinema işlerine bulaşmış ama yinede çocukluğundan gelen dürtüyle aklına gelen her türlü fikri deneyimlemekte özgür olduğu alanı bırakamamış. Her an fikrini değiştirebilen, öte yandan da inanılmaz inatçı olan, aniden ortadan kaybolan bu kişiye, resim yaparken boyalar yetmemişte, dikiş dikmeye başlamış. Önüne gelen herşeyi dikmeye, arada küçük öyküler yazmaya, kısa görüntülerle oynamaya meraklı bir kişiymiş..



D.Ö.:Çalışmalarınızda çoğunlukla hangi konular üzerinde duruyorsunuz?
G.İ.: Bu soruyla hikayeden çıkıp biraz gerçeğe dönersek; dolaştığımız, bulaştığımız mekanlarda her an karşılaştığımız , bazen dahil olmadan dışarıdan izlediğimiz bir sürü durum var... Genellikle bünyede anksiyeteye sebep olan sistemin, bireyi dönüştürme yöntemleri üzerinden konular ortaya çıkıyor. Örneğin, özellikle kadın bedeninin nesneleştirildiği durumlar ya da 'tüket ve haz al' mantığı ile yaşam şeklimize müdahale eden tüketim nesnelerinin dönüştürdüğü bedenler üzerinden görüntüler kurguluyorum..

D.Ö.: Sanat yaşamınızda etkilendiğiniz bir akım veya sanatçı var mı?
G.İ.:
Hem kurcalanılan konuların yakınlığı hem de teknik olarak her karşılaşmada yeniden keşfettiğim pek çok sanatçı var. Örneğin doksanyedi yaşında olmasına rağmen inanılmaz bir enerji ile üretimine devam eden Louis Bourgeois ya da Berlinde de Bruyckere, Sarah Lucas, Francesca Woodman, vb. pek çok kadın sanatçıdan ve özellikle sinema alanında da Crononberg, Svankmajer gibi isimlerden bahsedebiliriz..

D.Ö.: Çalışmalarınızda gövdesi ve yüzü belli olmayan bacaklar ve ayaklar kullanmanız çok dikkatimi çekti bunun nedeni nedir?
G.İ.:
İkinci soruda da biraz değindiğim gibi amorf formlar, bedenin nesneleşme halin, kimliğini yitirme şeklinin ya da kendine yabancılaşma sürecinin tasviri olarak canlanıyor, asıl beden, formunu yitiriyor...

D.Ö.: Kumaş ve ipliklerle çalışmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
G.İ.:
Henüz Mimar Sinan’dan mezun olmadığım dönemde uygulama atölyesi adı altında 'halı atölyesini seçmiştim.
Aslında atölyede, artık günümüzde unutulup gitmek üzere olan goblen dokuma üzerine çalışmalar yapılıyor. Fakat bunun yanında akademinin içerisinde, diğer disiplin ve fikirlere de açık tek atölye olmasının bir avantajını kullandım diyebilirim. O dönemde tişörtler üzerine egon schiele portreleri işlerken, kumaş ve pek çok farklı malzeme üzerine çalışmaya başladım.

D.Ö.: Eserlerinizi şu zamana kadar nerelerde sergilediniz?
G.İ.:

2006 'Topkapı' Almanya-Türkiye kültürel değişim projesi/Sırma Kekeç/ Mekan yerleştirmesi 'Place'(Suzanne Katherina Willand-Gozde Ilkin), Spedition, Bremen, Almanya
Kişisel Sergi:
2004 'Beden Üstü Beden' Giyilebilir Resim, Karşı Sanat, İstanbul
Grup Sergileri:
2008 'Taşınabilir Sanat: İsim-şehir', Küratör:Derya Yücel, Kartal-Ümraniye, İstanbul, TR
2008 Zigzag: Independent Drawing Gig 4, Düzenleyen: Alina Viola Grumiller, İnci
Furni,Koray Kantarcıoğlu, Hafriyat Karaköy, İstanbul ,TR
2008 'Akümülasyon' Küratör: Işın Onol, Aslı Çetinkaya, 5533, IMC İstanbul, TR
2008 'Noktaları Birleştir' /Düzenleyen: Koray Kantarcıoğlu, Fargfabriken, Stockholm
2007 'Sobe!' Küratör: Leyla Gediz, Bilsar Binası, İstanbul,TR
2007 6. Kore-Türkiye Değişim Sergisi, Kurator: Derya Yücel, Park Dong Jin IMSG,
İstanbul,TR
2007 'Açık Oyun Alanı', Küratör: Marcus Graf, Siemens Sanat,İstanbul,TR
2006 'Her şey Çok Güzel Olacak' Düzenleyen: Selda Asal, Apartman Projesi, İstanbul,TR
2006 Contemporary İstanbul, KargART , Lütfi Kırdar,İstanbul,TR
2006 'Rezerve Sergisi' Pist, İstanbul,TR
2006 'Museumnacht' Roodkapje, Rotterdam, NL
2004 'Stratejiler No.1 Çizgi & Boya' Kürator: Marcus Graf, Siemens Sanat, İstanbul,TR


D.Ö.: olarak önümüzdeki zamana yönelik plan ve projelerinizden bahsedebilir misiniz?
G.İ.:
Yakın zamanda Siemens sanatta 'Gerçek hesap başka yerde' isimli bir sergi olacak (13 Ocak 09 saat:19.00)
Ve 14 Ocakta da Hafriyat Karaköy de 14-29 Ocak süresince galeride gerçekleştirilecek 'Tatbikat' adıyla bir süreç sergisi hazırlıyoruz.
Müsait olursan bekleriz.
D.Ö.: Çok teşekkür ederim.


Deniz Özvarlık




ALİ CANDAŞ ve FATMA YEŞİLYURT

Arkadaşımız Fatma Yeşilyurt, Sayın Ali Candaş ile görüştü...

Fatma Yeşilyurt: Öncelikle bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Ali Candaş kimdir?
Ali Candaş: Efendim Ali Candaş Trabzonun Beşikdüzü köyünden Hasan Ali Candaş'ın oğludur. 1940 doğumluyum ve 1956' da orta okul öğrencisiyken resme yöneltildim. Aşağı yukarı 52senedir boyanın içindeyim. Yeterli olur heralde.

F.Y.: Sizce yaptığınız sanat yetenekle olan bir şey mi sonradan kazanılabilir mi?
A.C.: Resim olayı hem yeteneğe bağlıdır hem de çalışmaya bağlıdır yani ; sırf yeteneğiniz olur ama o yeteneğinizi kullanmazsanız veya gün yüzüne çıkarmazsanız hiç size faydası olmaz.yada inadına tam tersini düşünelim çok çalışıyorsunuz fakat gözünüz eğitilmemiş objeyi tanımıyorsunuz görmüyorsunuz o zamanda ne kadar çalışırsanız çalışın yinede yararlı olmaya bilir. Yani burada şunu vurgularsak hem yetenek hem çalışma beraber ata başı yürürse resimde yani sanatta bir yerlere gelinebilir. Halkımızda genelde şu vardır. Resimle sanat karıştırılır. Resim olayı herkesin yaptığı bişeydir sanat ise bireyseldir yani bi yerde aklın ürünüdür, araştırmanın ürünüdür sadece o kişiye aittir.Hee , diyelim ki şimdi herkezin yaptığı resim nedir? Doğaya ait bir çalışma yapılır, dereler yapılır, derelerde kuşlar kuğular yüzerbunu her gittiğiniz böyle sıradan bir kahvehanenin duvarında görebilirsiniz ama o resimin yapılışında bir yaratıcılık söz konusu değildir doğrudan doğruya doğadaki objeleri bir nesne üzerine taşımaktır .Doğayı nesne üzerine taşırken bireyselliği nasıl kazandırıyoruz? O doğadaki objeleri nesnelere taşırken kendimizce bir takım kurgularla ,kendimizce bir takım yorumlarla başka bir görüntüye büründürürsek bu bireysellik kazanıyor ve sanat olmaya doğru yönlendiriliyor .Yani, resimle sanat arasındaki bu farkı cok iyi görmek gerekiyor. Burada şöyle bir örnekte verebiliriz. Markete gidiyorsun salça istersiniz hiç bir zaman kutu içerisinde domates istemezsiniz oysa salçanın ham maddesi domatestir. Resminde hammaddesi doğadır. Doğayı işleyipte kendinize var ederseniz size ait olur ama doğadaki objeleri herksin gördüğü gibi resimlerseniz sadece resim olur. Aradaki farkı çok iyi görmek gerekiyor.

F.Y.: Peki sanata olan merakınız yeteneğiniz çocukluğunuzdan mı geliyor?
A.C.: Tabi ki o klasik bir sözdür ama ben öyle yapmadım daha doğrusu bir köy çocuğunun geçirdiği donuklukla olaya bakarsak benim resme karşı yetenekli olduğumu farkeden Türkçe hocam oldu orta okulda onun yönlendirmesiyle resim hocasına yönlendirmesiyle çalıştırılmaya başladık ve o zaman ben kendimde böyle bir yetenek olduğunu farkettiğim zaman bunun eğitimini veren kurumlara mesela lisede ÇAPA Ögretmen Okulu Semineri vardı.Şimdi ki güzel sanatlar akademileri gibi. Erzurumdan oraya geldim. Orada 3 sene resim tahsili resim ağırlıklı bir lise programı, hocalarımız ona göre seçiliydi. Arkasından Gazi Eğitim Enstitüsü resim bölümüne gittik.Yani o yeteneğimizi resim öğretmeni olma doğrultusunda geliştirdik. Resim öğretmeni olduktan sonra bu sefer bireysel olarak kendimize çalışmaya başlayınca sanatçı pozisyonuna girdik. Yani sanatçılığı üstüme ben etiket olarak yapıştırmaklada sanatçı olur muyum? Ben sanatçıyım diyebilirim ama toplum beni nasıl görüyorsa oyum ben aslında. Dolayısıyla toplumu oluşturan toplumun sizin sanat dediğiniz olaya bakışı önemli olan yoksa siz kendi kendinize ünvan vermişsiniz onun hiç bi kıymeti yok.Ben süperim dersiniz ama değilsinizdir. Fakat toplum falancı bu işi iyi yapıyor derse ozaman doğru olabilir. Kendinize paye vermekle birşeyler olmuş olmak mümkün değil. Bir şeyler olunur ama toplumda kabul görmez.

F.Y.: Sizin için sanatta etik olan nedir?
A.C.: Sanatın etiği bireyselliğin yanında özgürlüğüde söz konusu . bizde genelde vardır o. Resim sanatındada vardır, müziktede vardır diğer sanat dallarında olduğunu pek fazla söyleyenmem biraz aşırma olayı vardır. Başkalarını yaptığından yararlanarak, bende yaparım onu diyerek başlanırsa o onun yaptığını tekrarlamak olur. Bir başkasının yaptığı sanat eserinden görsel olarak yararlanın ama siz onu görsel hale getirirken kendinize göre döndürün yoksa onu taklit edersiniz. Bu etik olma olayında uzaklaşmış olursunuz . Etiklik bir yerde estetikle beraberdir .Sanatta etik olmak çok önemlidir. Ozaman kimlik kazanırsınız.

F.Y.: Yeni bir resim yapmaya karar verirken sizi teşvik eden şey nedir?İlham kaynağınız var mıdır?
A.C.: Benim kendi kimliğinle ilgili konuşacak olursa ben resim yaparken herhangi bir konu etrafında yoğunlaşmıyorum. Ben şunun resmini şu konuyu işlicem diyerek resme başlamıyorum. Bakın orda yeni bir şey başladım hiç birşey düşünmeden başlıyorum sonra lekelerden hareketle koyu açık bir takım yerler bir takım renklerin kendi içindeki uyumu sonuçta karşıma çıkan kompozisyon dediğim olay yani kurgu eğer benim içmdeki varolan heyecanımı karşılıyorsa orda onu bırakıyorum . O zaman ne oluyor yaptığın neyse ondan sonra onu isimlendiriyorum. Önce çocuk doğsun sonra isim verelim. Öncesinde isimlendirirseniz yanlışta olabilir. Benim sanata bakış açım bu bir yerde konudan hareket etmiyorum. Konuyu sonradan çağırıyorum ve yapıtığım resimlerle çakıştırmaya üst üste getirmeye çalışıyorum. Bütün amacım kendi dünyam içerisinde oluşan birtakım görsel olmayan heyecanları görsel hale getirdiğimde eğer heh bu oldu dediğimde orda bırakıyorum. Buoldu diyebilinceye kadarda onu kurcalıyorum. Burda ne var sadece ve sadece soyut değil syutla somut arası bir çalışma çıkıyor karşımıza . Yani soyutla somut nasıl oluyor . Soyutta biliyorsunuz hiç figür yoktur non-figüratif dediğimiz figürü olmayan resim ama, yarı soyutta hem figür vardır hem o figür soyutlanmıştır. Resmin öyle bir yerine elinizi koyduğunuz zaman resim tamamen soyut hale gelir. Çünkü somut olanı kapatmışsınızdır. Veya tam tersini yaptığımızda resim somut olur. Resimlerimdeki bakış açım budur. Sonuçtada kenimi tatmin edebileceği şekilde tamam bu bana hitap ediyor, bu oldu diyebildiğim noktada bitiriyorum.

F.Y.: Türkiye'deki sanatın konumu hakkında ne düşünüyorusnuz?
A.C.: Türkiyede resim sanatı son 20-30 yılda bir hayl gelişme kaydetti. Mesela Cumhuriyet Döneminin ilk yıllarındaki sanatçılarımız resim sanatında isim yapmış kişilerin esrleriyle bugün ki sanatçıların eserleri hakkında bi kıyaslama yaparsak bugün ki sanatçılar bence daha özgün işler yapaıyorlar. Daha bireysel daha özgün işler yapabililer ki buda resim sanatının olması gereken en geçerli yol.Bu gün Türkiyede öyle ressamlar var ki imza atmadan bu falancınıdır rahatlıkla dıyebiliriz. O bakımdan resim sanatı Türkiye' de çağa uygun olarak ilerleme göstermiştir ve göstereceğinede inanıyorun çünkü arkadan sağlam bir kuşak geliyor . Eğitim veren kurumların çokluğundan da bu kaynaklanıyor. Fakay şuda var her alanda olduğu gib kendimizi reklam etme zaafiyetimiz var . Dışarıya karşı biz şuyuz diyebilmenin bazı zaafyetlerini yaşıyoruz. Buda bizim alehimize oluyor.

F.Y.: En sevdiğiniz sanatçıları sayabilir misiniz bize ?
A.C.: Türklerden en sevdiklerim Avni ARBAŞ, Orhan PEKER daha eskilerden Avni LİFİJ özgün işlere imza atmış insanlardır. Bu açıdan begendiğim sanatçılardır.

F.Y.: Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
A.C.:
Ben şunu genelde vurgularım. Resim öğretmeni olduktan sonra bana hocan bir sene sonra dedi ki Ali resim çalışıyor musun? Bu soru bana çok garip gelmişti. Ben çalıştım , notumu aldım, resim öğretmeni oldum. Niye rsim çalışayım. Aslında çok geçerli bir soru olduğunu , bu soruya evet diyebilmek için çok zaman kaybettiğime eminim .Şimdiki gençlere sakın kendinize böyle bir soru sordurtmayın derim. Oturum araştırın ama hangi alanda olursa olsun kendi kendi alanınızda çok iyi yerlere koymaya çalışın. Buda çalışmakla oluyor. Bilinçli çalışmayla oluyor.

F.Y.: Çok teşekkür ederiz Sayın Ali CANDAŞ

NEŞE GÜMÜŞ ve İSMAİL ACAR


Arkadaşımız Neşe Gümüş, Sayın İsmail Acar ile görüştü...

Neşe Gümüş: Merhabalar. Öncelikle sizi tanıyalım, İsmail Acar kimdir?
İsmail Acar: İsmail Acar Türkiye’de yaşayan ressamlardan biridir. 16 yaşında psikoloji okumak için İstanbul’a geldim. Bir yıl sonrasında güzel sanatlar fakültesinin varlığını farkettim. Güzel sanatlar fakültesini görünce resim okumak istediğime karar verdim. Ortaokuldan beri resim yapıyordum tabi. Sonra Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesini birincilikle bitirdim. Bunun akabinde mastır yaptım. Daha sonra da doktoraya başladım; ama akademik kariyer daha farklı bir formasyon gerektiriyordu ve bana göre olmadığını farkettim ve bireysel sergilere başladım.

NG: Psikoloji okumak için İstanbul’a geldiğinizi belirttiniz. Peki sizi ortaokulda resme iten neydi ya da sizin için doğal bir şekilde mi gelişti resim yapmaya başlamak?
İA: Aslında spontane gelişmedi. Bütün derslerin sıkıcılığından hep kitapların üst köşelerine birşeyler karalıyordum zaten; ama resim dersleri de olunca bu karalamalar yasal hale geldi. Yasal olmadığı zamanlar hocalar kitaptaki çizimleri görünce beraberinde bir azar ya da ceza da gelirdi; ama lise son sınıfta resim dersleri de başlayınca içten gelen bu çizim duygusu meşrulaştı ve daha keyifli hale geldi. O dönemlerde resim yapmayı bir meslek olarak düşünmüyordum çünkü Sivasın Suşehri kasabasında büyüdüm ve orada resme bakış açışı büyük şehirdeki gibi değildi. Başka bir mesleği yapacağımı ve resmi de keyfi bir aktivite olarak düşünmüştüm; ama lise sonda ki resim hocamın, resmi bir meslek olarak görebileceğim konusunda bir teşviki olmuştu tabi.

NG: Resimlerinizde hep tarihi konu alıyorsunuz. Bunun bir nedeni var mıdır?
İA: Yaptığıma göre vardır heralde (Gülerek cevaplıyor). Düşünmeden yapmanız zaten mümkün değil. Yani benim yapmaya çalıştığım şey toplumda bir bellek oluşturulması. Çünkü cumhuriyet dönemiyle birlikte yakın tarihe karşı toplumda bir belleksizlik, alakasızlık uyandırıldı. Bu alakasızlıkla birlikte, bana göre bir insanın kendi genlerini keşfedebilmesi için biraz da atalarına bakması lazım. Mesela annenizde ya da babanızda bir hastalık varsa eğer, o hastalığın sizde de olabileceğini ya da olamayacağını öğrenebilmeniz için genlerinize bakmanız lazım bu da onun gibi birşey. Ben aslında Türk toplumunun geleceğiyle ilgili şeyler yapıyorum yani siz her ne kadar bunu bir sultan portresi olarak ya da Bizans mozağiyi olarak görseniz de gelecekte doğacak olan ya da mevcut olan çocuğun yetişmesine katkı sağlayacak şeyler yapıyorum. Yani onun bir tür gen haritasını çıkarmak ve toplumun geleceği için bir kavram ve kültür oluşturmak amacım. Bunun için tarihsel çalışamaların önemi çok fazladır.

NG: 1600 yıllık geçmişi olan Ayasofya’da sizin tarafınızdan ilk defa büyük çapta bir sergi verildi. İlk olmak nasıl bir duygu?
İA: Ayasofya’nın Sami Boyer adlı küçük bir galerisi vardı bir oda kadar ve orada daha önceleri küçük küçük sergiler yapılıyordu; ama Ayasofya’yı 6000 metrekarelik bir alan olarak düşünürsek bu alanın sadece 20 metrekaresi kullanılıyordu bu da düşük bir orandı. Bunun yanında normal bir galeride bir ressamın resimlerini bütün sergi boyunca toplasanız 300 kişi izler. Bu mudur sanat toplum içindir anlayışı, galeride ki bir sergiyi 300 kişi izlerse, toplumun geri kalanı ne izleyecek? Bu anlamda da Ayasofya çok önemli bir alandı benim için. Ayasofya’da sergi yapmak istediğime karar verdim ve herkes komik karşıladı; ama neden olmasın diye düşündüm. Dönemin kültür bakanı İstemihan Talay’la konuştum ve fikrimi çok beğendi ve beni destekledi. Projemi hazırlamaya başladım birkaç sene sürdü; ama sonunda Ayasofya ve Sanal İzdüşümler adlı bir proje geliştirdim. Sonunda üst kat ve alt kat olmak üzere toplam 9000 metrekarelik bir alanda bir sergi gerçekleştirdim ve Ayasofya ilk kez gerçek anlamda bir ressama açıldı ve her alanı kullandım.

NG: Ayasofya’nın hakkını verdim diyorsunuz yani?
İA: Ayasofya’nın hakkını vermek çok zor; yani Ayasofya bizim hakkımızı veriyor her zaman. Tabi Ayasofya’ya küçük bir katkı sağlamadım değil. Çıkarken yeniden ışıklandırma sistemini yaptık ve bazı onarımlar için birtakım bağışlar yaptık çünkü bazı sponsorlarımız vardı ve sergiyle beraber mekanın içindeki bozuk yanlar ortaya çıktı. Ayasofya’ya aslında en önemli şeyi yaptık, barkod sistemi değişti giren çıkan ziyaretçi sayısının tam tescil edilebilmesi için. Çok ilgi çekti Ayasofya bu sayede ve çok kişi ziyaret etti. Mesela benim sergimi 350.000 kişi izledi ve basına çok yansıdı. Daha önce Ayasofya ile ilgili haber çıkmazken sergiden sonra büyük gazetelerin birinci sayfalarında haber oldu ve insanlar önemini anlamaya başladı. Ziyaretçi sayımız Çağdaş Türk Sanatı için çok büyüktü yani sadece bir ressamı bu kadar çok kişi izledi. Bir konserde bile bu kadar sayı elde etmek zordur; ama devamı gelmedi bu çalışmaların; çünkü ben bu projeyi yaparken diğer ressamlarında böyle projeler yapmasını amaçlıyordum; ama olmadı.

NG: Peki Ayasofya ve Sanal İzdüşümler serginizin dışında Türkiye’de sanatınıza istediğiniz ölçüde değer veriliyor mu?
İA: Alaka olarak halk yaptığım çalışmalara çok alakalı, sadece farketsin ve oraya gelsin. Bu anlamda halkın ilgisi yüksek. İzleyici kitlesinin ilgisinin yanında satın alacak kitlenin ilgisi de çok önemli. Çünkü bu ilgiyi siz yaratamazsanız sanat yapamazsınız. Yani bir koleksiyoner kitlesinin de karşınıza gelmesi gerek. Bu anlamda belkide Türkiye’de ki birçok sanatçıdan daha şanslı sayılabilirim.
NG: Gerek magazin basınında gerekse normal basında sizi ‘’Sosyetenin Ressamı’’ ya da ‘’Sosyetik Ressam’’ olarak nitelendiriyorlar. Bu sıfatları nasıl değerlendiriyorsunuz?
İA: Açıkçası bu tür konular beni çok ilgilendirmiyor, ben işimi yapmaya çalışıyorum. Mesela Ayasofya sergisinde, sergiyle ilgili ilk defa kötü bir eleştiri okudum gazetede ve hemen çalıştığımız halkla ilişkiler şirketini aradım ve ertesş günü bana bir dosya gönderdi. Basında bu sergiyle ilgili 3000 haber çıkmış ve sadece 1 tanesi kötü. Yani istatistiki olarak hiçbirşey ifade etmiyor. Bunun için bu kadar çok medyanın önünde haber olabiliyorsanız ya da siz Ayasofya’da sergi yaparken 350.000 kişi bu sergiyi dolaşıyorsa bu 350.000 kişiden 300 kişisi sosyeteyse ve ilk kez 300 sosyeteyi bir arada bir sergide görüyorsanız o zaman halkı görmezlikten geliyorsunuz demektir. Yani bu bence halka yapılan büyük bir haksızlık; çünkü halkı es geçip o 300 kişi üzerinden sanki o sergiyi sadece o 300 kişilik azınlık izlemiş gibi lanse etmektir. Yani normal bir vatandaş gelip o sergiyi izlediği zaman haber olmaz. Bunun yanında sergiyi izlemeye gelen bu 300 kişinin içinde çok önemli koleksiyonerler de vardı. Eğer bu insanlar sanat almazsa Türkiye’de sanatçılar aç kalır. Sanat sadece halkla gelişmez sanatın gelişmesi için mutlaka sermayenin olduğu bir yerin olması gerekir. Dünyada zaten sanatın olması için burjuvazinin olması gerekir; ama bu haberlere çok farklı yansıyor. Ben bunu artık çok fazla umursamıyorum zaten. Benim için en önemli şey dünyada ve Türkiye’de ne kadar yerde eseriniz var, kimler almış ve yurtdışına bugün Türkiye’den en çok resmi kim göndermiş. Bugün Resim Heykel Müzesi’nin kayıtlarına baktığınızda Türkiye Cumhuriyet’i tarihinde yurtdışına çıkan eserlerin toplamından daha fazla eser ben yurtdışına çıkarttım ve sattım. O yüzden bu kadar büyük işler yaparsanız kimse bu pastayı size çok kolay teslim etmez.
NG: Az önceki konuşmanızda da bahsettiğiniz gibi yurtdışına bir çok eser sattınız. Yurtdışında birçok dünyaca ünlü birçok kişinin evinde tablolarınız var bu nasıl bir duygu?
İA: Tabi hiçbir zaman yaptığınız işten emin olamıyorsunuz. Her sergi açıldığı zaman büyük bir boşluk içindesiniz yani kafanızda sanatınıza dair soru işaretlerinin olması bir yandan da bu insanların sizin resimlerinizi alması ve bu kadar önemli yerlere koyması bir yandan da takdir ediliyor olmak, insana güven getiriyor. Ben aslında kendine çok güvenen biri değilimdir; ama bu insanların ilgisi, müzelerin ilgisi ve yurtdışından gelen ilgi Türkiye’de ki bu kısır döngü içinde aslında iyi bir motivasyon oluyor. Diğer türlü Türkiye’de resim yapmak çok zor bu anlamda yurtdışından gelen bu ilgi aslında bir ilaç gibi geliyor.

NG: Peki Türk halkında belli bir kültürel ideoloji uyandırdığınızı düşünüyor musunuz?
İA: Yani yaptığım sergilerde açıkçası birebir de halkı düşünmüyorum. Benim asıl yaptığım şey halkın oturacağı tabanı düşünmek. Halk su gibi yani başka yerlere kayabilir; ama ben onlar için o platformu oluşturmaya çalışıyorum. Bu platform içinde de öyle fikirler var ki bana göre yani ben dünyanın birçok yerine gittiğimde görüyorum ki İtalyan bir İtalyan gibi resim yapıyor, Fransız bir Fransız gibi resim yapıyor, İranlı bir İranlı gibi resim yapıyor; ama Türk bir Türk gibi resim yapmıyor. Benim hep savunduğum şu ‘’Ben Türk gibi resim yapıyorum’’. Bizim Türk çağdaşlar da diyorlar ki ‘’Türk resim sanatının belirli bir geçmişi yok bunun için batı sanatını taban almak zorunda’’. Ben buna çok fazla karşı olmasam da böyle düşünmüyorum. Bence Türk resim sanatı, Türk sanatını taban alabilir. Gerek edebiyat olabilir, gerekse geleneksel sanatlarımız olabilir, bunları taban alıyorum ben ve bu tabanı kullandığım için Türk halkı da kendinden birşeyler bulabiliyor. Benim iddiam hep şu ki ‘’Türkler hep Türk gibi resim yapmalı’’. Bu yüzden Türk halkı beni takip edebiliyor hatta yenilikçi de buluyor. Yani Türk halkının beni anladığını düşünüyorum ve onların anladığı dilden konuşuyorum. Ben onların istediğini yapmadım, onların istediklerini yapmaları için taban oluşturdum.

NG: Teşekkürler. Önümüzdeki günlere dair yapmak istediğiniz projeler var mı?İA: Şuan hiçbir şey yapmak istemiyorum. Poltava diye bir bölge var Rusya ve Ukrayna sınırında. Sovyetler döneminde o bölgeyi Rus sanatçılara vermişler. Dostoyevski ve Gogol gibi sanatçıların evleri var orada ve günümüz Rus sanatçılarının da evleri var orada. Sonsuz bir doğa eşliğinde yaşıyorlar ve canları sıkıldıkça resim yapıyorlar, balık tutuyorlar, göle girip yüzüyorlar, elektrik bile kullanmıyorlar. Ben şimdi gidip orada yaşamak istiyorum bir süreliğine. Çünkü insanların böyle suni krizler üretmeleri ve bu suni krizlerle yaşamaya çalışmaları bana biraz zor geliyor. Sadece Türkiye’de değil mesela New York Bienal’i vardı ve 2009’daki Bienal iptal oldu. Yani bunun gibi yurtdışında ki birçok sanat organizasyonu iptal oldu; ama bunun yanında davetlisi olduğum Moskova sanat fuarı, Dubai’de yine bir sergim ve 2009 Floransa Bienal’i var. Bunun gibi yapılacak işler de var aslında hiçbir şey yapmak istemememe rağmen; ama tabi şuan Başbakanlığın birkaç duvar resmi projesi, yurtdışından belli siparişler ve Avrupa’nın önemli modacılarıyla çalışmalarım var. Aslında bu söylediklerim gündemdeki projelerin yarısı olarak kalır; ama ben aslında kaçmak istiyorum, biraz da kendimden kaçmak istiyorum. Çünkü bugüne kadar çok yoğun bir tempom oldu yani bir ressam için 100 sergi çok fazla. Bazı zorluklara rağmen bu kadar çok sergi yapmanın ve aktivitelere katılmanın bıktırıcı yanı da oluyor. Biraz da kendime zaman ayırmak istiyorum düşünmek ve düşündüklerimi yazmayı istiyorum aslında.

NG: Pekala röportajımızın sonuna geldik. Bize ve sorularımıza zaman ayırdığınız için sizlere çok teşekkür ederiz İsmail Bey. Umarız başarınız daim olur.

Neşe Gümüş

TEOMAN MADRA İLE ÇAĞDAŞ SANAT ÜZERİNE...

Arkadaşımız Gözde Güler, Sayın Teoman Madra ile görüştü.


Gözde Güler: Teoman Madra kimdir?
Teoman Madra: Fotoğraf sanatçısıyım.1996 yılından bu yana da çağdaş sanat ile ilgileniyorum.

G.G.: Çalışmalarınızı oluştururken kullandığınız yöntem nedir?
T.M.: Rastlantısal kurgu üzerine çalışmalarımı oluşturuyorum.Teknolojiyi sanatla birleştiriyorum.Free hand 9 programını kullanarak fotoğrafa yeniden şekil veriyorum.Belli bi senaryo yada kural olmadan o an istediğim gibi görüntüler oluşturuyorum.Arka planda her zaman bir çağdaş müzik oluyor.Çağdaş müzik derken jazz müzikleri demek daha doğru olur.Çalışmalarım için daha çok soyut ve deneysel diyebilirim.

G.G.: Etkilendiğiniz bir sanatçı var mı?
Etkilendiğim denemez belki ama öykündüğüm bir sanatçı olarak Jonh Cage'i söyleyebilirim.

G.G.:1996 yılında çağdaş sanatla ilgilenmeye başladığınızı söylediniz.Daha önce ne üzerine fotoğraflar çekiyordunuz?
T.M.: Daha önce çektiğim fotoğraflar daha çok geleneksel fotoğraflardı ama bir süre mimari fotoğraflar da çekmiştim.

G.G.:Yakın gelecekteki projeleriniz nelerdir?
T.M.: Bir süredir gündemde olan bi proje olan New Media Cafe var.Çok interaktif ve modern bir sanat ortamı yaratmayı düşünüyoruz.Ayrıca çalışmalarımı kitap haline getireceğim.Şu an en çok onun üzerinde çalışyorum.

G.G.: Türkiye'de sanatçı olmak zordur ifadesine katılıyormusunuz?
T.M.:
En azından sanatçı olmak zor olmalı diyebilirim:)


G.G.: Katkılarından dolayı Teoman Madra'ya çok teşeşşür ederim.