18 Nisan 2009 Cumartesi

ERGİN İNAN İLE SÖYLEŞİ...


Hacer Toklucu: Çocukluğunuza dair unutamadığınız anılarınız var mı ? Çocukluğunuzun geçtigi topraklar sizi sanatsal anlamda etkiledi mi ?
Ergin İnan:
Hayatın akışı içerisinde insan kendi kendini deşifre etme ihtiyacı duyuyor yani kendinizi sorguluyorsunuz.Bu yönden düşündügüm zaman ben zaman zaman o çocuklugum da geçen yılları resimlerimi yaparken herhangi bir zaman dilimi içerisin de diyelim ki: bir hayat çizgimiz var ...Büyüyorsunuz ressam oluyorsunuz resim yapma veya ressam olma çabası içerisin de okul sıralarından sonra ki o hayatınız da , bir yerde birşeyler patlak veriyor yani , bir nokta sizi birşeylere yönlendiriyor ama o yönlendirme anlık oluyor . ilk defa böceklere bakıp onların resmini çizmege başladıgım an birdenbire beni bir enerji, o resimlerimi daha ileriye taşıma isteği uyandırdı.
Yani ona baktıgınız an , siz gelecekte daha neler yapabileceginizi düşünüyorsunuz ve bu oluşumun nereden kaynaklandıgını kendinize sordugunuz da tabii geriye dönüp bakıyorsunuz . Geride benim çocuklugumda Malatya'nın o büyük bahçelerin de yeşillikler içinde , kayısı ve bütün meyve agaçları arasın da oldugu bahçelerde büyüdüm ben .İşte o zamanlar benim çocuklugum da en ilgilendigim şeyler o yerdeki, topraktaki böceklerdi ve onlarla çok oynadığımı bilirim. Sonra bir gün yine sahafları gezerken sene 1978 , kitaplara bakıyorum eski bir takım şeyleri inceliyorum zaten boş zamanlarım da sahaflara gider bedesten'i gezerdim.Bir gün aniden öbek halinde yığılmış yere konmuş eski kitaplar gördüm o kitaplarda ki eski yazılar dikkatimi çekti hepsi farklı istifler halinde , resimsel planları olan içiçe kağıtları görünce birden heyecanlandım ve ordan bir çıkış yakaladım o kağıtları resimlerimin alt yapısın da kullanmaya başladım . Daha sonra neden buna yöneldiğimi tekrar düşündügüm de yine çocuklugum da bahçemizin arkasın da küçük bir kulube de kapısı kilitli halde bırakılmış kitaplar vardı.(Gülüyor)Oraya bizim girmemiz yasaklanmıştı.Bende çocuklugumun verdigi merakla o sayfaları karıştırdığımı hatırlıyorum.Yani bazı şeyler yaşamımız içerisin de, sizi geçmişe, çocukluğunuzdaki anılarınıza götürüyor tabi bu sizi bir yere getiriyor ki artık resim sanatınız da yer alan sizi çok ileriye taşıyabilecek bir düşünce ; beraberin de resim sanatın da farklılığınızı getirebilecek diğer resimlere baktığınız da sizi bir yere koyacak bir obje olarak kalıyor o nesneler.
Peki fakülte yıllarınızdan bahsedicek olursak .....Siyasi olayların ülkeyi kasıp kavurduğu zamanlara denk gelen bir fakülte hayatı ve bunun zorlukları olmuş olsa gerek. tabi bir de Hukuk Fakültesine yolunuz düşüyor..
Hukuk Fakültesi benim seçimim degildi .O zaman ki sınav sistemi bugünkün den biraz farklıydı.Puanlama sonucun da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanmıştım.Yarım sömestır okuduktan sonra devam etmedim.Daha sonra akademi sınavlarına girerek Güzel Sanatlara girdim.1968 de Tatbiki Güzel Sanatlar Okulunu bitirdim ,işte tam da o dönemler de bir kuşak vardı ki Devsollar ve devrimci hareketlerin başlangıç zamanlarıydı.O dönemler de ben her zaman (gülüyor)hiç bir şeye bulaşmadan kendi içimde bir şeyleri yakalamayı hep hayal ederdim ,bunun içinde hiç bir zaman hiç bir akım içerisinde herhangi bir yönlenme içerisine yani gençligin yönlenmesi içinde bulunmadım .Çünkü içimdeki dürtü beni bu tip yaklaşımlardan uzak tuttu.Konuşmadık mı konuştuk ettik arkadaşlarımız oldu tartışmalarımız oldu fakat hiç bir zaman yönlenmedim.Benim aradıgım şey başkaydı resim içerisindeki değerlerdi ,Resmi bir yere getirmek isteyişimdi bunları arıyordum yani başka bir şey de düşündügüm yoktu. Hukuk Fakültesi'ni okumadım çünkü beni ilgilendirmiyordu ,başka hangi branşı seçsem yine beni ilgilendirmeyecekti yine ben bunu yapıcağımı çok iyi biliyordum.Bu tip duygular içerisinde biz o dönemleri geçirdik ama zorlanma anlamında, zaman zaman karşıma çıkmadı diyemem.1988 senesinde Leverkusen de Şehir sanatçısı olarak Bayer firmasının bir projesi için davet edilmiştim.Bir senem Leverkusen de geçti.O dönemde Ankara da büyük bir sergi organizasyonu vardı.O sergi içerisinde benim de resimlerim yer alıyordu.O resimlerden benim daha evvel Berlin'de yaptıgım büyük bir resmim punklar, insan figürleri orada yansımıştı ama döndükten sonra İstanbul da resmi bitirmiştim.Bitirirken de bahsettigim o eski kitap sayfalarım da resmin içerisine dahil olmuştu.
O zamanlar benim o resmim sergi içerinde büyük tepki çekmişti.Çıplak figürlerin yanında bunların ne işi var tarzında tepkiler aldı.O zamanın cumhurbaşkanı Kenan Evren'in sergiyi gezeceği söylenmiş ve sergiden apar topar resmim kaldırılmış.Daha sonra gazeteciler beni aradı ve konudan haberdar oldum.Hatta bazı Mimar Sinan öğrencileri de resmin kaldırılışına tepki gösterdiler ve o dönem gazetelerde bu yazıldı.
H.T.: Eğitim hayatınızda destek aldığınız oldu mu?
E.İ.: Memur bir aileden geliyorum. Beş kardeştik ve hepimiz okuyup üniversite mezunu olduk.DAAD nin (Alman Mübadele Bursu) bursunu kazandım.Belki tesadüf belki de yaptığım işlerin başarısı neticesinde böyle bir burs kazandım.
H.T.: Almanya yı seçmenizin sizin için özel bir anlamı var mıydı? Oradaki yaşantınızın sizin sanatınıza ne gibi getirileri oldu?
E.İ.:
Evet .Almanya yı seçmemin özel bir nedeni vardı.Çünkü benim hocalarımın hepsi Almandı.O yıllarda Tatbiki Güzel Sanatlar da alman hocalar egitim veriyordu.Bunlardan bir tanesi ki kendisi Karl Schlamminger di.Benim için çok önemli biriydi.Düşünün ,Malatya dan geliyorsunuz ve birdenbire karşınıza bir hoca çıkıyor.Hocanın size öğrettigi şeyler size tamamen yabancı ama bir yandan da müthiş şeyler .Benim için kendisi bir filozoftu halada öyledir.Derslerde öğrettigi ortaya koydugu şeyler hem günümüz sanatıyla ilgiliydi hem de sözleriyle arkasında bir filozofi taşıyordu.Zaman zaman ney müziği dinletir onun yanına bir Bach ın konçertosunu koyar resmini yaptırtırdı. İşte böyle müthiş bir aksiyonla geçti bizim öğrenciligimiz.Benim Almanya ya gitme isteğimse, hocamın Münih Akademisinden mezun olduğunu bildiğimdendir.Özellikle Münih akademisini seçtim. Onun hocası Hungerberg e gitmek istedim,ama kendisi emekli oluyordu gittiğim zaman.
Almanya bir kere resim tekniği bakımından ,klasik teknikler benim ilgimi çekiyordu yani rönesans’ın ustalarını düşünün,flaman sanatını ,flaman resmindeki boya teknolojisini düşünün…Bunun yanı sıra baskı tekniklerin de gravür olsun,özellikle de klasik olarak gravürün eğitimi bizde; Türkiye de istenilen düzeyde değildi.Bunu gittikten sonra daha iyi fark ettim,ve ordan(Almanya) aldığım pek çok şeyler oldu.Ben, İkon resmini, ta ortaçağ resminden tutunda klasik resim teknolojisi de dahil orada kavradım.Benim için önemli olan teknolojik şeylerdi yoksa sanat her zaman insanın içinden çıkan, bireysel bir biçimselleştirme ,form haline getirmektir.Ama onları kavrayarak resim sanatını yansıtmakta teknoloji ile oluyor.Bugün teknoloji çok daha değişik boyutta .Bildiğiniz gibi bugün artık dijital teknikler dahi kullanılıyor.Bu çok önemli aslında; ama bütün teknolojiyi bilmek ,bir kere kavramak istediğiniz ,yapmak istediğiniz konular da sizi daha çok özgürleştiriyor.Bu yönden de benim Almanya da baya bir edinimim oldu .
H.T.: Türk ve dünya ressamlarını karşılaştırdığınız da arada ne gibi farklar görüyorsunuz? Türk Ressamlarının dünyada ki yeri hakkında neler düşünüyorsunuz?
E.İ.:
Bir defa Türk resmini batı ile yan yana koyduğunuz zaman farkı yok denecek kadar az.Yapılanlarla bir araya getirdiğim de hiçbir fark yok gibi geliyor.Bir Hint resminin ve yahutta bir İran ,Çin resminin bir şeyi ifade ettiğini görüyoruz ,yani bir biçimselliği ifade ettiğini görüyoruz,Bugün bir Osmanlı geleneği ayrı bir şey,benim düşünceme göre,çünkü Osmanlı dan sonra bir Türk devleti kuruldu Türk devletinin ortaya attığı tavır batılılaşma idi.O batılılaşma süreci içerisinde Türkiye nin kendine göre bir resim anlayışı kendi çizgisinde ‘’evet bu bir Türk resmidir’’dedirtecek bir kavram bana kalırsa yok.Ben aslında,kendimi bunların dışında tutmaya çalıştım ,çalıştım ama ne kadarını yaptım bilemiyorum.Yani batılılaşmanın getirdiği bize verdiği batı resminde ki benzeşmeler diyeyim;bugün bizde Türk resminde çok görülüyor.Yani bunu ayırmanız da mümkün olmayabiliyor türk resminde.Bunun böyle olması da doğrumudur değilmidir diye soracak olursanız eğer;ikisi içinde olur derim. Ama ben kendi resmim de birazcık daha bizim değerlerimizle fazla uğraştığımı hissediyorum yaptığım resim anlayışı içerisinde,çünkü ben batıda büyüdüm 12 senem Almanya da geçti orada çok çalışmalar yaptım.Ama ben başka bir şey yakalamak istedim resmimde.
H.T.: Peki resim bölümünde okuyan ya da ideali bu yönde olan öğrencilere ne gibi tavsiyeler de bulunmak istersiniz?
E.İ.:
Resim sanatını seçmek isteyen bir öğrenci ,kendi içerisin de resim yapmayı ;yemek yemek ,su içmek gibi ,insanın ihtiyacı olan bir durum haline dönüştürmesi lazım.O bir dürtü olarak ;nasıl ki acıkırsınız ,yemek yeme ihtiyacı duyarsınız resim de öyle olmalı.Resim sizi devamlı bir çizer , yada elinize fırça alıp boyar duruma getirmeli . Bütün bu iş içerisinde kendini hazır hissetmesi yani başka şeylerin onun için o kadar önemli olmaması gerekir.Başka türlü olmuyor zaten.Yani ressam olmak için resim olmak lazım.
H.T Birkaç sene evvel bir yayın grubunun çıkardığı ‘’Herkes resim yapabilir ‘’adında bir çeşit resim seti satın almıştım. Kitabın içerisinde ; resmin doğuştan gelen bir yetenek olmadığı sonradan edinilebilindiğinden bahsediliyordu .

H.T.: Bundan yola çıkarak, sizce herkes resim yapabilir mi?Herkes kendi içerisinde bir ressam potansiyeli taşıyor mu?
E.İ.:
Tabii…Beuys da bunu istiyordu Joseph Beuys hep bu yönde hareket etti.Tabi herkes yapabilir yapsın aslında bu bir güzelliktir,etrafa bakışı değişir insanın elbette yapsın.Ama bir şey var ki ;resim sanatında,sizi tamamen , o söylediğiniz anlamda yapılanlardan ayırıyor.Buda sizin kendi ruhunuzu bulup çıkartma isteğinizle alakalı ,yani ne kadar ön plana çıkarsa ,ne kadar ortada olursa , o kadar öne çıkıyorsunuz.Resim yapmak , her şeyden evvel , zamanı güzel bir şekilde geçirmek oluyor.Hele bir de konsantre olabiliyorsanız ,bir nevi terapi gibi de oluyor.Ama bir işi başarmak,bir yere getirmek resmi ,ayrı bir şey…tamamen farklı bir olay…Bugüne kadar yapılanların dışında bir şeyler yapma ihtiyacınız sizi onlardan farklı kılıyor.Tabi resim yapan yada yapmak isteyen herkes bunu zaman zaman kendi içinde hisseder.
Yıllarca Avrupa da yaşadınız ve Türkiye ye döndünüz.

Sizce Türkiye de sanata ve sanatçıya gereken önem veriliyor mu?Bugün burada bulunmaktan memnun musunuz?
E.İ.: Aslında ben bu söylediğiniz düşünceyi çok yaşadım.Türkiye de önem vermek nasıl olur diye düşündüğünüz zaman kim size önem vericek?nasıl vericek? Bir politikadır.Her devletin bir sanat politikası vardır ama bizde sanat politikası uygulanmadı.Sanat politikası farklı bir şey.Ne yapmak istediklerini ortaya koymaları lazım. Ben kişisel olarak pek çok şey yaşadım mesela; 1983 te İngiltere Greenland de drawing bienal vardı.Oradaki desen bianeline katıldım ve birincilik alarak en büyük ödülü almıştım.Kalkıp bunu paylaşmak için oradaki Türk büyükelçiliğine gittiğimde oradan kültür ateşeliğine gönderildim ve onları açılışa davet ettiğimde ;gelemiyeceğini söylediler.Bir takım tuhaf sorular yöneltildi ; nasıl resim yaptığıma dair…Nihayetinde ben tek başıma gitmek zorunda kaldım ve büyükelçilikten hiçbir kimse yoktu yanımda .Gazeteciler de dahil olmak üzere hiç kimse yoktu .Tesadüfen Türkiye de İngiliz büyükelçiliğinde çalışmış bir İngiliz benim yanımdan ayrılmadı,bana orada her konuda yardımcı oldu çünkü benim İngilizcem o kadar mükemmel değildi .Buna benzer bir sürü şey yaşadım .Osaka bianeline katıldım,orada ödül aldım .Çin bianeline katıldım ,gene baktım ki hiçbir türk yerleri ayırtıldığı halde orada değiller.Osaka bienalinden sonra da artık hiç kimseye ben ödül aldım deme ihtiyacını dahi duymadım artık bir yerden sonra kanıksıyorsunuz.Bir şeylere ne kadar önem verildiğini veya verilmediğini görüyorsunuz.Ressam olarak Türkiye de ve ya sanat adamı olarak çoğunlukla ’’burada tek başınasınız ’’ onun için yapacaklarımızı biz hep tek başımıza ,kendi başımıza yaptık.Bundan sonrasında işallah daha iyi bir politika yürütülürde ,herşey çok daha doğru bir yerlere gelir.
Söyleşinin bu kısmında biraz hayal gücümün üzerine gidiyor ve soruyorum;size bir günlüğüne zaman makinesiyle istediğiniz bir yere geleceğe yada geçmişe gitme şansı versek ;hangi döneme yolculuk etmek ve kimleri tanımış olmayı isterdiniz …
Geriye dönmeyi ve çok şey yapmayı isterdim.Bir Leonard Rousseu gitmeyi isterdim ,bir Van Gogh’a,bir Rembrant’a ,ve de flamen ustalarına.
Bizlere önümüzdeki günlerde ki çalışmalarınızdan ,yeni projelerinizden bahsedermisiniz.
Yeni bir projem var ‘’İkona projesi.’’Önümüzdeki günlerde gerçekleştirmeye çalışacağım.2010 da olabilir.Belçikalı bir sanatçıyla yapacağız .Ayrıca hocası olan Karl Schlamminger’i Türkiye ye Yeditepe Üniversitesine öğretim görevlisi olarak gelmesi için uğraş verdiğinden bahsediyor.
H.T.: Çok teşşekkür ederim.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder